Sahi niye gelmiştik ki biz?

Kaçmaya çalıştıkça kaçtığı şey tarafından altediliyormuş insan.

Rüyalar ikinci bir yaşamdır gibi bir şey demişti Gerard de Nerval

lise yıllarımda bir ara hem şair hem gezgin oluşu, doğuya ve İstanbul’a olan ilgisi yüzünden baya takmıştım Nerval’a.

Bu yazı nereye gidiyor ben de bilmiyorum, daldan dala atlayabilirim okur, o yüzden bence hiç okuma 🙂

Yarın sabah, daha doğrusu artık bugün, KPSS var. Beklentim yok.

Artık hayattan hiçbir şey beklememeyi öğrendim sanırım.

Öğrendim ya da kabullendim. Öğrenmek hedeflenen şeyler için kullanılır çünkü kabullenmek ise tam tersi; istenen bir şey değildir çoğunlukla.

Beklemeyi bırakmamla duayı bırakmam aynı döneme rast gelir.

İnsanın beklentisi olmayınca istemekten de vazgeçiyor sanırım.

Yahut dilemek için üstün bir varlığın olması gerekmediğini kavrıyor. Dilemek beklemeye dönüştüğünde başlıyor sorun.

Sen ne beklersen bekle, gelen farklı oluyor. Yahut gelse bile beklediğin, beklediğine değmiyor.

Hayat yanıbaşında akıp gidiyor. Yine kalıyorsun kendinle baş başa, yaşamınla ve düşlerinle, yani ikinci yaşamınla.

Sonra soruyorsun Nerval gibi: Niye gelmişim ki ben?

Sevmediğim bir işte çalışmak, sırf adetten diye ya da yalnızlıktan biriyle evlenmek, hep gitmenin hayalini kurup olduğum yere daha da güçlü çakılı kalmak için mi? Elbette!

İçimdeki Karadeniz hasreti bugünlerde taşıyor,

alıp başımı gidesim var, kalbimle beynim çatışıyor.

Uykunda konuşman aklıma geliyor, bir daha seviyorum düşlerimi.

Beklemeyi bıraktın ya, gelecek

diyorum kendi kendime. Hep öyle oldu.
Gelecek ama değmeyecek.

Aslında mesele şu ki,

asıl hayatından bunaldığında düşlere sığınabilmek; düşler seni terlettiğinde de asıl hayatına dönmek.

Nerval gibi yani: Kaba Saba Oyalanmalar bulmak kendine

Çünkü doğumla ölüm arasında ciddiye alınabilecek pek bir şey yok.

“İnsan doğar, sıkılır ve ölür.” demişti bir arkadaşım, selam olsun ona da 🙂

 

 

2 thoughts on “Sahi niye gelmiştik ki biz?

Leave a comment